Articles
SURİYE’Yİ BUGÜNLERE GETİREN ENERJİ I
GİRİŞ
Özellikle IŞİD’in ortaya çıkmasıyla Suriye’deki savaşı mezhep çatışması üzerinden konuşmaktan enerji üzerinden konuşmaya enerji kalmıyor. Safları oluşturan çok sayıda aktör olduğundan savaşın enerji boyutu her aktörün kendi açısından bakılarak derlenmeli. Böylece Avrupa’nın neden Amerika’yla beraber olup Rusya ve Suriye’ye karşı cephe aldığı ve Körfez Arapları ile Türkiye’den oluşan “Sünni eksen” üzerinden politika geliştirdiği daha iyi anlaşılır.
Bu yazının birinci bölümünde Suriye’deki savaşın enerji boyutu uluslararası ilişkiler açısından derlenecek ve ikinci bölümde Nafez Ahmed’in konuyla ilgili yazısı yer alacak.
Suriye bugünlere nasıl geldi sorusunun özeti, birbirilerine karşı cephe alan güç blokları göz önünde bulundurulup, Arap Baharı’ndan 20 yıl öncesine gidilerek başlatılabilir.
AVRUPA VE RUSYA: SURİYE’DE İKİ KARŞIT BLOK
Avrupa Birliği, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Boris Yeltsin Rusyası ve petrol oligarklarıyla çok kârlı anlaşmalar yaptı. Herşey AB’nin lehineydi; soğuk savaşın bitimiyle nihayet AB’nin de bir “Suudi Arabistan”ı olmuştu. Sonra Haziran 2000’de Vladimir Putin geldi. Devlet Başkanlığı makamına bizzat Yeltsin önerdiği için kontrol edilebilir zannedilmişti. Ama Putin oligarklardan başlayarak iç ve dış politikayı ve AB-Rusya ticari ortamını hizaya soktu; Beyaz Rusya ve Ukrayna üzerinden Avrupa’yı petrol ve doğal gaz ağlarıyla ördü. Kamu şirketi Gazprom ta kuzey Sibirya’dan arzediyordu Almanya gibi bir ekonominin talebini…
Ne var ki, Putin demek Rusya’nın hiç kimseye “Suudi Arabistan” olmaması demekti. Bu nedenle AB alternatif rotalar aramaya başladı ve 2002’de Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projesi devreye girdi. Azerbaycan gazı Gürcistan’dan Türkiye’ye, oradan da Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya ve Almanya’ya taşınacaktı. Alternatif rota arayışında haksız da değildi AB, çünkü Ukrayna’nın Naftogaz şirketiyle çıkan anlaşmazlık sonunda Gazprom vanaları kapattığında Ukrayna’ya neler oldugunu gördü. Özellikle Gerhard Schröder, Jacques Chirac ve Silvio Berlusconi AB-Rusya ilişkilerini iyi tutmak için kameralar karşısında Putin’e resmen yaranıyorlardı.
Avrupa liderleri Putin’e yaranma politikasına devam etti, ta ki 2007 Amerikan Emlak krizi Avrupa’ya sıçrayana kadar. Kriz, konfederal bir yapı olan AB’yi parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Artık doğal gaz arzı üzerindeki Gazprom monopolü mutlaka kalkmalıydı. Üstelik 2008’de Rusya’nın Gürcistan’dan Abhazya ve Güney Osetya’yı koparması Nabucco üzerindeki baskısını da arttırmıştı. Dahası, İran-Irak-Suriye boru hattı konuşulur oldu, ki bu hat Nabucco’ya alternatif bir hattı. Gerçi İran, nükleer enerji projesi nedeniyle diplomatik alanda mücadele veriyor idiyse de, petrol ve doğal gaz şirketleri Suriye’de faaliyet gösteriyorlardı.
Derken, topraklarının üçte biri Amerikan üssü olan Katar sahneye çıktı ve Katar-Türkiye Boru Hattı projesi gündeme geldi. Suriye’de faaliyet gösteren uluslararası petrol ve doğal gaz devleri, Katar’da da faaliyet gösteriyordu. Bu projeye Suudlar ve Ürdün “evet” derken, Beşar Esad “hayır” dedi. Ne olduysa ondan sonra oldu.
ESAD KATAR-TÜRKİYE HATTI’NA NEDEN “EVET” DEMEDİ?
1- Suriye’nin ilişkileri ABD ile iyi değildi, AB ile inişli-çıkışlı, Rusya ile ise çok iyiydi. Suriye ordusu 1957’den beri Moskova’dan silah alır ve Hafız Esad’ın iktidara geldiği 1971’den beri de Tartus’ta bir donanma üssü bulunur. En önemli müttefikine “yan (rota) çizmek”, Amerika ve İsrail varken akıllıca olmazdı (Zaten çatışmalar başladıktan sonra muhaliflerden Burhan Galiyun açıkça söyleyecekti: “Esad’ı devireceğiz, Suriye NATO’ya girecek, Ruslar Tartus’tan kovulacak, üs NATO’ya verilecek”).
2- Türkiye ile yapılan ortak projeler, ortak bakanlar kurulu toplantıları ve ortak askerî tatbikatlar boyutuna ulaştığında Şam’da güven duygusu oluştu, “bunlardan zarar gelmez; niye gelsin ki?” diye düşünüldü. Şam’ın Ankara’yla kurduğu çok iyi giden ilişkiler Irak’ı işgal eden neokonları da dolaylı olarak dengeliyor, İsrail’e rağmen Washington’a açık kapı bırakıyordu. Demokrat Parti Massachusetts [Mesaçuğsets] Senatörü John Kerry, reformist bulduğu Esad’la 2000ler boyunca yedi defa görüşmüştü. Ayrıca Suriye’nin ilişkileri ABD müttefiki Katar’la da iyiydi. Şam, hem Ankara’nın hem Doha’nın artan oranda desteklediği Hamas’ı koruyordu. Katar gazına kırmızı ışık yakmanın felaket getireceği bu nedenlerle öngörülememişti.
3- Katar-Türkiye boru hattına alternatif olarak İran-Irak-Suriye boru hattı projesi vardı ve 2009’dan beri konuşuluyordu. İşte Esad, buna “evet” diyecek, 2011 yazında İran’la anlaşmaya vardığını duyuracaktı.
ESAD İRAN-SURİYE HATTI’NA NEDEN “EVET” DEDİ?
1- İran gazının Suriye üzerinden Akdeniz’e taşınması Tartus’taki Rus varlığından dolayı Moskova’yı rahatsız etmiyordu. Bu proje hem Nabucco’ya hem de Bakü-Tiflis-Ceyhan hattına alternatif teşkil edeceğinden Rusya’nın kabul etmeyeceği birşey değildi.
2- Bu projeyle İran, ambargoya rağmen Orta Doğu siyasetinde kenardan merkeze yaklaşıyordu. İran’ın Orta Doğu’da daha çok söz sahibi olması İsrail’i kenara iterdi. Bölgesel siyaset Şam lehine dengelenirdi…
3- Esad’ın amacı Suriye’yi küresel ekonomiye entegre etmekti. Bunu da Suriye’yi petrol ve doğal gaz transit yollarının merkezine konuşlandırarak yapmayı hedeflemişti.
Tam bu noktada İran-Suriye hattından kaybedecekler kazanacaklara karşı harekete geçti. Bir tarafta ABD-AB-Sünni ekseni diğer tarafta Rusya-Suriye-Şii ekseni olan ve altında yine enerji olan vekâlet savaşı başladı. Arap Baharı’na böylece gelinmiş oldu.
AMERİKA: NEOKON BLOK
Putin’in iktidara geldigi aynı yıl ellerinde büyük projelerle neokonlar da Washington’da yerlerini almıştı. Çok büyük hedefler belirlemişlerdi. Bu hedeflere uluşmak için gerekli strateji ve taktik hazırdı: Genişletilmiş Orta Doğu Projesi.
Bunu gerçekleştirmek için Latin Amerika genelinde yaptıklarının aksine yerel uşakları desteklemek istemediler. Bizzat müdahale edip söz konusu kalıcı ortamı kendi elleriyle, orduyu savaşa sokarak yaratmak istediler. Genişletilmiş Orta Doğu Projesi bu amaca yönelik bir strateji. Geri kalan basit konular -terör, insan hakları, kitle imha silahları gibi- işin taktik boyutunda kalıyor.
Ama her istedikleri olmadı, olmuyor da.
Nitekim Saddam Hüseyin, Irak petrolünü piyasaya euro üzerinden sürmeye başladıktan sonra -ki bu da 2000 yılında oldu- Fransız Elf Total ve Rus Lukoil şirketleriyle anlaşma imzalamıştı.
ABD İran’dan aldığı istihbaratla 2003’te Saddam’ı devirdi ve Irak üç ana parçaya ayrıldı. ABD’nin direkt müdahalesi Irak’ın AB ve Rusya eliyle ticaret yapılabilir bir sahaya dönüşme ihtimalini başarıyla yok ettiği gibi, İran’a ticaret sahası haline gelmesi sonucunu da var etti. Saddam sonrası Irak’ta Bechtel [Bektel] ve Halliburton’ın yanısıra Şii ulema da galipler arasındaydı.
Bu sonucun beraberinde getirdikleri Amerikan kara kuvvetlerine pahalıya patlıyordu. Tam Emlâk krizi patlayacakken geriden yöne(l)tme stratejisine (lead from behind) geçildi. Direkt müdahalecilerin askerlere biçtiği misyon geriden müdahalecilerce selefilerden Müslüman Kardeşler’e (İhvan-ı Müslimîn) verildi. A planından B planına geçilmişti. Artık Arap Baharı operasyonu sahne alabilirdi.
ABD VE AB NİÇİN ÖZELLİKLE İHVANCILARI DESTEKLEDİ?
1- Suriye ve Orta Doğu’da en yaygın NATO’cu ve anti-Rusçu Sünni şeriatçı yapı İhvancılardı.
2- İhvancılar diğer Selefî-cihadcı gruplara da çekim etkisi yaptı.
3- Selefî gruplar hem Şii eksenine (İran-Irak-Suriye+Hizbullah) karşı hem de birbirilerine karşı set oluşturdu.
4- Çatışan gruplar birbirilerini yorup savaş uzarken İsrail rahatlayacaktı.
5- Esad devrildiği taktirde Rusya en iyi ihtimalde Tartus’tan kovulup Hüsnü Mahalli’nin dediği gibi 100 yıl Akdeniz’e giremeyecekti ya da en kötü ihtimalde Orta Doğu’ya asker çıkarmak zorunda kalıp ikinci Afganistan sendromunu tadacaktı.
SUUDİ ARABİSTAN VE MISIR DÜĞÜMÜ
Arap Baharı operasyonuyla ihvancıların önünün açılması Arap coğrafyasını önce felç etti, sonra iç kanamaya yol açtı. 23’er sene Tunus’a hükmeden Zeynel Abidin ben Ali ve Yemen’e hükmeden Ali Abdullah Salih, Suudi Arabistan’a kaçtılar. 42 sene Libya’ya hükmeden Kaddafi NATO hava saldırısına hedef oldu ve 8 ay içinde öldürüldü.
Mısır’a 30 yıl hükmeden Hüsnü Mübarek’in yerine de Washington’dan İhvancı Muhammed Mursi geldi. Katılım oranının %52 olduğu seçimlerden %47.2 oy aldı Hürriyet ve Adalet Partisi… Mursi, bölgede çok hızlı gelişen olaylara bakarak Erdoğan’ın Türkiye’de 10 yılda yapabildiğini Mısır’da 1 yılda yapmaya kalkışınca içeride hristiyanları ve laikleri dışarıda da Suudi Arabistan’ı karşısında buldu.
Öncelikle kara kuvvetsiz bir krallık olan Suudi Arabistan, ordusu en güçlü Arap devleti olan Mısır’da İslam cumhuriyetçisi İhvan’ın seçim kazanmasından ve Suriye kanadının silahlı eyleme geçmesinden çok rahatsızdı. Mısır ordusu ise o sıralarda ya Amerika’dan 1.3 milyar dolara ya da Rusya’dan 2 milyar dolara silah alacaktı.
Bu arada, sahneye çıkan diğer Selefi gruplara karşı dayanan Esad anca NATO hava saldırısıyla devrilebilirdi, aynı Libya’daki gibi. Fakat, Esad’ın devrilmesi devleti çökertecek, sivillerin birbirilerine karşı silah çekmesi anlamına gelen ASIL iç savaş işte o zaman çıkacaktı; yine Libya’daki gibi. Aynı etnik ve mezhep gruplarını barındırdıkları için iç savaş hemen Lübnan ve Irak’a sıçrardı. Rusya muhtemel bir Nusayri devletine dayanarak yine Akdeniz’de kalabilirdi. Bu durumda beklenin aksine Rusya’nın değil, Amerika’nın Suriye’ye asker çıkarması gerekecekti. Ama direkt müdahale’ye dönülemezdi. Obama hem Suriye hem Lübnan hem de -tekrardan- Irak’a aynı anda asker soksaydı rezil olurdu! Obama sonrasına hazırlanan Hillary’nin de başa çıkamayacağı bir tablo çıkardı. Kafa kesen cihadcılara en fazla desteği verip Obama’dan da Suriye’ye asker yollamasında en fazla ısrar eden yine neokonlardı! Ne var ki, bu çelişkiler yumağında neokonlar ve Suudlar çok yakın ilişki içerisinde olduklarından, İhvancıların gözden çıkarılması zor olmadı.
İşte bu noktada Suudi Arabistan ve Mısır düğümü çözüldü. Suudi Arabistan 30 milyar dolar kredi karşılığında Mursi’yi General Sîsî’ye devirtti (Temmuz 2013). Mısır, silah ihalesinde Amerika’yı bırakıp Ruslarla anlaştı. Sergey Lavrov Kahire’de imzayı attı. Mursi’den 1 hafta önce Katar Emiri Hamid bin Halife de yerinden olmuştu. İlham Aliyev de Nabucco’yu bırakıp Trans-Adriatik Projesine geçtiğini duyurdu. Taşlar yerine oturduğu gibi para da yerini buldu.
Gelişmelerden Putin ve Esad avantaj sağlarken İhvancıların adı bile konuşulmuyor…
21 Ağustos 2013’e böyle gelindi. ABD ve AB, Esad’ı Şam’ın hemen dışındaki Guta’da kimyasal silah kullanmakla suçladılar. Ama Esad’a karşı NATO hava saldırısı düzenlemediler. Bunun sebebi, suçlama baştan sona yalan olduğu için değildi. Yukarıda belirtildiği gibi NATO hava saldırısıyla Suriye’ye müdahil olmak, yani ASIL iç savaşa yol açmak Amerika’nın ileride başına büyük dert çıkaracağı içindi. Artık Obama’nın “kırmızı çizgisi”nin aşılmasının bir anlamı kalmamış oldu.
Bu sebeple Obama yönetimi generallerle beraber caymış ve Putin’e alan bırakmak zorunda kalmıştı.
İRAN: Şİİ KARTI
Sünni eksenin vekâlet savaşı IŞİD’in önünü açtı. IŞİD vahşeti, AB ile Putin’in ortak bir zeminde buluşmasına yaradı. AB Rusya’ya karşı aradığı o “alternatif” rotayı bulmuştu! Ama kaçak mazot ve doğal gazla beraber mülteci de akıyordu “IŞİD-AB Hattı”ndan… Talep dışı arz edilen hattı kapamak Putin’in başaracağı bir işti.
IŞİD vahşeti aynı zamanda Washington ile Tahran’ın ortak bir zeminde buluşmasına yaradı. O zemin ambargonun sonunu getirdi. Obama ile Hasan Ruhani arasında yapılan nükleer anlaşma aslında nükleer bomba ya da İsrail’in güvenliği ile ilgili değil. Amerika İran’ı kendi eliyle ticaret yapılabilir bir sahaya dönüştürüp, kartlarını İran-Irak-Suriye doğal gaz boru hattından yana kullanıyor.
Plana göre İran gazı Kuzey Irak’tan Kuzey Suriye’ye, oradan da Esad kontrollü kıyılara taşınacak.
Bu hattın kazananları Obama ve Hillary’nin seçim kampanyalarının iki büyük finansörü: Boeing ve General Electric (GE). Kaybedenler de John McCain’in ve Cumhuriyetçilerin seçim kampanyalarının iki büyük finansörü: Bechtel ve Halliburton.
Halliburton gibi Schlumberger de Dubai aracılığıyla iş yapardı İran’la, ambargoyu delerek. Ambargo kalkınca saha herkese açıldı. Amerikan, Rus, Alman, Fransız ve İtalyan şirketleri ağız sulandıran İran pastasından pay almak için sıraya dizildi. İngiltere ve Türkiye geriden geliyor. İranlılar en kârlı anlaşmayı yapmak için taliplileri birbirilerine karşı ustaca oynuyor. Onlar da İran’a yaranıyor. Paris saldırılarından sonra Fransa IŞİD’i sadece terör yüzünden bombalamadı. François Hollande 130 işadamıyla Tahran’a gitti ve Airbus’tan 118 uçak alımında anlaşmaya varıldı.
Boeing, Airbus’ın şimdilik gerisinde. İran-Irak Savaşı’ndan beri hasara uğramış tesisleri GE inşa edecek. İran-Suriye hattının A noktasında Amerikan ve Avrupalı şirketler, B noktasında da Ruslar olacak. İsrail de çok istiyor ihalelere girmeyi ama İranlılar izin vermiyor.
KUZEY SURİYE: BELİRSİZ NOKTA
İran’ın güçlenmesi Esad lehine. Fakat, IŞİD’in yerine kim gelmemeli sorusu hâlâ gündemde ve Suriye’nin resmen parçalanması planı hâlâ masada. Esad kazanıyor gibi görünüyor. Fakat, kuzey Suriye, kıyılar ve Golan’da bulunan petrol, doğal gaz ve kaya gazı sahaları üzerindeki hesaplar yüzünden Suriye’nin yarını hâlâ belirsiz.
Özellikle Rusya’nın IŞİD ve diğer Selefi grupları bombalaması, kuzey Suriye’yi en kilit noktaya oturttu. İran-Suriye boru hattı konusunda Washington, Brüksel ve Moskova arasındaki ortak çıkar zemini İran, Kuzey Irak ve Esad rejiminin mevzilerini pekiştirdi. Ne var ki, bu yolla kuzey Suriye’yi de kilit nokta haline getirdi. Kuzey Suriye’nin durumunun netliğe kavuşması Suriye karasuları için de önemli.
Suriye karasuları konusu ikinci bölümde anlatılacak.
Şahan Yılmaz